Cumhuriyet 25.10.2011 |
İlk amacımız toplumda kadının “insan olarak hak ve özgürlüklerini” kabul etmemiz olmalı. İkincisi, şiddet göstermenin erkekliğini ispat yolu ya da maçoluk işareti değil, aksine gelişmemişlik ve ciddi bir davranış bozukluğu olduğu düşüncesini toplumun zihnine kazımalı. Prof. Dr. Aysel EKŞİ Psikiyatr Kadına yönelik şiddet örnekleri hemen her gün basında yer alıyor. Bu yeni bir olgu değil, ama ülkemizde giderek arttığına dair pek çok bulgu var. Şiddetin aslında hayvanın ve insanın doğasında var olduğunu, ancak insanda bastırılmış ve yüceltilmiş bir davranış biçimi olduğunu biliyoruz. Şiddet, bu ilkel duyguyu bastıramayan insanın başka birinin fiziksel, cinsel, psikolojik bakımdan zarar görmesine, acı çekmesine, yaralanmasına, ölümüne yol açacak davranışlarda bulunması demek. Aynı şekilde tehdit etmesi, baskı uygulaması, o bireyin özgürlüğünü keyfi olarak engellemesi de bu başlık altında düşünülür. Şiddet hayatın her yerinde ve dünyanın pek çok ülkesinde görülüyor. Kanada başta olmak üzere Batı ülkeleri bu alanda uzun süre epey çaba harcadılar, çocuğa ve kadına yönelik şiddetin denetim altına alınmasını tamamen değilse de büyük ölçüde başardılar. Kadına yönelik şiddetin her ülkede farklı nedenleri var. Bizde toplumun kadına bakışı, kadınla ilgili değer yargılarımız çok çelişkili ve problemli. Toplumun büyük kesimi “Kızını dövmeyen dizini döver” ya da “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etme” sözleriyle yetişir. Erkeğimiz kendi yerini kadının üstünde tutmayı, kadını “malı” gibi görmeyi, yetiştiği ailede ve çevrede öğrenir. Bunun tek istisnası vardır, o da bu aslan erkeklere hayat veren analardır. Analar dışında diğer kadınlar, hatta çocuklarının anası bile kendi tapulu malıdır. Onu sever de, döver de, öldürür de. Buna kimse karışamaz. Şimdi gazetelerde okuyoruz, kadın bakanlığının hazırlıklarına göre şiddet uygulayanlar psikiyatr ve psikologların tedavisine gönderilecekmiş. İyi olur; tamam da toplumun kadına genel bakışı değiştirilmedikçe psikiyatrlar ve psikologlar ne kadar başarılı olabilir? Olayın temeli bence kadına “insan “ olarak saygılı olmak, onun erkeğin gerisinde bir mal olmadığını toplumun kabul etmesinde yatıyor. Söze gelince kızların eğitim görmesini isteyen ama pratikte, çok sayıda çocuk doğurmasını ve dışarda çalışma yerine eve kapanmasını cesaretlendiren tutumları “kadın erkek eşitliği” olarak değerlendirebilir miyiz? Çok sayıda çocuk doğuracak ve onları büyütecek kadın hangi müstesna yeteneklerle donatılmış olmalı ki erkekler kadar iyi eğitim yapabilsin, iş yaşamında karar alma mekanizmalarında onlar kadar söz sahibi olabilsin ve gereğinde haklarını yeterince savunabilsin?.. Başını bağlayan kadını namuslu, tesettüre girmeyeni namussuz ve hafif olarak değerlendiren tutumların kadına saygıyla ilişkisi var mıdır? Şiddet uygulanan ya da öldürülen kadınların çoğunlukla mutsuz giden evliliğini bitirmek isteyen kadınlar olduğunu görüyoruz... “Benim olmayan malı kimseye yâr etmem” zihniyeti ve bunun şiddete dönüşmesi büyük ilkelliktir ülkemizde. Özetle, bence ilk amacımız toplumda kadının “insan olarak hak ve özgürlüklerini” kabul etmemiz olmalı. İkincisi, şiddet göstermenin erkekliğini ispat yolu ya da maçoluk işareti değil, aksine gelişmemişlik ve ciddi bir davranış bozukluğu olduğu düşüncesini toplumun zihnine kazımalı. Ciddi davranış bozukluğu diğer insanların temel hak ve özgürlüklerini hiçe sayan, toplumun temel kural ve kanunlarını bozan davranışlar demek. Kadın döven, ona şiddet uygulayan insanlar genellikle duygusal bakımdan gelişmemiştir, sabırsız, sıkıntıya ve engele katlanamayan, öfkesine hâkim olamayan, çoğunlukla dürtü kontrolü gelişmemiş kişilerdir. Saldırganın bu özelliklerini herkes bilmeli... Kadına yönelik şiddetin pek çok nedeni var. Ailelere ait bireysel nedenleri hariç tutarsak, şiddetin kitle iletişim araçlarında sunumu da son derece önemli... Batılı ülkelerde televizyonda devamlı şiddet izleme ile saldırganlık gelişimi arasındaki ilişki uzun süre araştırıldı. Devamlı şekilde şiddet içeren program izleyen kişilerde saldırgan davranışların belirgin şekilde yüksek olduğu görüldü. İnsanların sosyal ve ekonomik düzeyleri, zihinsel yetenekleri ve yetişmesindeki pek çok faktör arasında en önemli etken, devamlı saldırgan programlar izleme olarak işaretlendi. Özetle, son otuz yılı aşkın bir sürede yapılan güvenilir bilimsel araştırmalar önemle şu sonucu vurguladı: Medyanın, devamlı şiddet sahneleri bombardımanının insanlarda saldırgan davranışları arttırdığı artık hiçbir şüpheye meydan bırakmayacak şekilde kabul edilmiştir Şu halde önemli soru şu: Şiddet içeren TV programları karşısında ne yapılabilir? Görsel medya yapımcılarının şiddet sunmaktan asla vazgeçmedikleri Batı ülkelerinde de açıkça görüldü. Hiç olmazsa yapımcılara bazı öneriler yapılabilir. Örneğin şiddet içeriğinin azaltılması ve şiddet karşıtı içeriğe daha çok yer verilmesi istenebilir. Mutlaka konu içerisine saldırganın pişmanlık, eleştiri ve cezalandırılmasının dahil edilmesi gereği vurgulanabilir. Yapılan çalışmalarda saldırgan model eksik cezalandırılırsa, şiddetin uygulanması haklı gösterilirse, saldırgan üzüntü ve pişmanlık gibi duygulardan yoksunsa, şiddet abartılı bir biçimde çok sık ekranlarda görülürse bunların zamanla saldırganlığı ve şiddeti arttırıcı etkisi olabildiği anlaşılmıştır. Bu nedenle film ve program yapımcıları ve özellikle halk bu konularda uyarılmalı ve halkın tepki göstermesi desteklenmelidir... Kaynaklar: Ekşi A. Beş Kıtada Gençler. Yakında yayımlanacak kitap. Huesmann LR ve arkadaşları (2003). Longitudinal relations between children’s exposure to TV violence and their agressive and violent behaviour. in adulthood: Developmental Psychology, 39, 2, 201-221. Johnson JG ve arkadaşları (2002). Television viewing and aggressive behavior during adolescence and adulthood. Science, 295 (5564 / 29 March), 2468-2471 |
25 Ekim 2011
Kadına Yönelik Şiddet Önlenebilir mi?
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder