İlk haberi hepiniz duydunuz. Vakit yazarı Hüseyin Üzmez, 14 yaşında bir kız çocuğuna tecavüz etti. Emine Şenlikoğlu "cinnet" diye yorumlamış haberi. Bir kadının tecavüze ve tecavüzcüye bakışına örnektir bu. Cinnet sonucu tecavüz suçu işlenebilir mi? Cezasızlık sebebi mi saymalıyız bunu? Tecavüz suçunu komplo teorisi yada cinnet diyip görmezden mi gelmeliyiz? Yada tecavüzcüyle aynı görüşteyiz diye bu utanç verici suçun yanında mı yeralmalıyız?
Vakit yazarı, küçük kızın annesi ile de ilişkideymiş
İslamcı yazarlardan tecavüz bahaneleri
Topkapı Sarayında da bazı benzerlikler taşıyan bir olay yaşandı. Her iki olay da tecavüzün politik düşünce, inanç, yaş, konum, hatta ebebeyn olmakla bir alakası olmadığının kanıtı.
Hafız 'cinsel taciz'den tutuklandı
Ve yine bir yaşlı kadın haberi: Yaşlı kadına tecavüz edip öldürdüler
Avusturya'dan bir haber: Kızını mahsene atıp 24 yıl tecavüz etti
29 Nisan 2008
22 Nisan 2008
Tecavüz Travması Sendromu (Rape Trauma Syndrome)
Cinsel saldırı ve tecavüz sonucunda çeşitli yaralanmalar oluşmaktadır. Olguların yüzde 40'ında tüm bedeni içeren travmalar tespit edilmektedir. Fiziksel travmalar yaşlı kadınlar ve çocuklarda daha sık görülmektedir. Eylemin fiziksel sonuçlarının yanı sıra en büyük travmayı psikolojik yapıda yarattığı bilinmektedir.
Tacizcileri Uzakta Aramaya Gerek Yok!
19.04.2008, Radikal Gazetesi
Taciz vakalarında saldırganların yarıya yakını 'tanıdık' çıkıyor. Mağdurların yüzde 18.9'u 11 yaşın altında. Taciz olayı daha çok mağdurun evinde gerçekleşiyor
Polise başvuran mağdurlar tedaviye alındıklarında 'akut stres bozukluğu', 'travma sonrası stres' gibi rahatsızlıklar yaşadıkları anlaşılıyor. |
"Erik Çalan Çocuğa Tecavüz"
Ruhat Mengi'nin Vatan Gazetesi'nde yayınlanan, "Erik Çalan Çocuğa Tecavüz" başlıklı 26.09.2005 tarihli söyleşisi:
bağlantı
Türkiye'de kadınların karşılaştığı taciz, tecavüz ve diğer şiddet suçlarıyla ilgili Avukat Canan Arın ve Avukat Hülya Gülbahar ile yaptığım röportaja devam ediyorum.
Hülya Gülbahar: Kanun değişse de aynı anlayış sürdüğü için bir erkek kadına karşı suç işlediğinde sistem o erkeği aklamak için, ceza vermemek için elinden gelen herşeyi yapıyor. Çok tipik bir örnektir, tahrik maddesi; 11 yaşında kız çocuğu bahçesinden erik çaldı diye adam tecavüz ediyor çocuğa. Ve tahrik indirimi veriyorlar, "tahrik oldum" diyor, indirim alıyor. "Çocuğa tecavüz eden erkeği bile" kurtarmak için sistem araçlarını devreye sokuyor. Böyle bir ceza kanunu vardı. Yeni Türk Ceza Kanunu'nda ise bununla ilgili bütün maddeler değişti, bu açıdan çok önemlidir.
Canan Arın: Ama davalar lüzumundan fazla uzayıp gidiyor. Hakimlerin hepsinin kafası değişmedi; eğer tecavüz eden örneğin polis ise hâlâ mahkeme başkanı o polisi koruyacak şekilde, gözümüzün içine baka baka zabıtlara polis yararına olacak ifadeleri geçirmeye kalkıyor. Kadını insan olarak kabul etmek ve ona karşı işlenmiş suçun gerçekten suç olduğunu kabul etmek bir mentalite değişikliğini gerektiriyor. Türkiye'de bana göre en vahim kararlardan biri şudur: Yargıtay Ceza Genel Kurulu, ceza hukukunu en iyi bilen yargıçlardan 12'si öz kızına tecavüz eden bir babanın davasında "kızın rızası"ndan bahsetti ve baba l oy farkla gereken cezayı aldı. Türkiye'de 25 yaşında bir kadın sevdiği adama kaçtığında jandarma yakalıyor ve getirip kızı ailesine mal teslim eder gibi teslim ediyor. Bu kadın reşit, temyiz kudreti var, kanunun aradığı bütün şartlar var. Ertesi gün kadın ağabeyleri tarafından traktör altına atıldı ve kafasından çıkan sesleri etraftaki herkes duydu. Adına "namus cinayeti" dediler. Böyle bir ülkede 13 yaşındaki bir kız çocuğunun, kendisine tecavüze kalkan babasına karşı serbest iradesi olduğunu iddia etmek nasıl bir yargıçlıktır, nasıl bir hukuk anlayışıdır?
Niye efendim kız daha önce bunu söylememiş: Nasıl söylesin? Olayın önemli detaylarını, psikolojik baskıyı, baba tarafından yapılan tehditleri, sindirmeleri bir tarafa bırakıp hâlâ kızına tecavüz eden adamı korumaya çalışan 12 tane yargıç var, hiç utanmıyorlar, yüzleri kızarmıyor. Yargıçların kafası böyle çalıştığı için bu olaylardan sonra benzer bir olayda yine kız çocuğun rızasından bahsedildi.
Türkiye hâlâ bir kadınlar cehennemi nasıl engellenecek bu dayak, cinayet ve tecavüzler?
Hülya Gülbahar: Burada bir konsensüs var, suçlu erkek devleti arkasında hissediyor. Bu önlenmediği sürece durdurulamaz.
İzmir'deki B.S'ye evde otururken tecavüz edildi. Hâlâ işvereni "Kickboks biliyordu, neden kendini korumadı" diyor. Sanki kız tecavüzü istemiş gibi bir hava yaratıyor?
Canan Arın: Hemen bir soru sorayım; bir SAS komandosu Beyoğlu'nda tinerci bir çocuk tarafından öldürüldü, neden kendini korumadı? Ne bilirse bilsin, o saldın, o travma sırasında kendini koruyabilmek çok zordur.
bağlantı
Erik çalan çocuğa tecavüz
Türkiye'de kadınların karşılaştığı taciz, tecavüz ve diğer şiddet suçlarıyla ilgili Avukat Canan Arın ve Avukat Hülya Gülbahar ile yaptığım röportaja devam ediyorumTürkiye'de kadınların karşılaştığı taciz, tecavüz ve diğer şiddet suçlarıyla ilgili Avukat Canan Arın ve Avukat Hülya Gülbahar ile yaptığım röportaja devam ediyorum.
Hülya Gülbahar: Kanun değişse de aynı anlayış sürdüğü için bir erkek kadına karşı suç işlediğinde sistem o erkeği aklamak için, ceza vermemek için elinden gelen herşeyi yapıyor. Çok tipik bir örnektir, tahrik maddesi; 11 yaşında kız çocuğu bahçesinden erik çaldı diye adam tecavüz ediyor çocuğa. Ve tahrik indirimi veriyorlar, "tahrik oldum" diyor, indirim alıyor. "Çocuğa tecavüz eden erkeği bile" kurtarmak için sistem araçlarını devreye sokuyor. Böyle bir ceza kanunu vardı. Yeni Türk Ceza Kanunu'nda ise bununla ilgili bütün maddeler değişti, bu açıdan çok önemlidir.
Canan Arın: Ama davalar lüzumundan fazla uzayıp gidiyor. Hakimlerin hepsinin kafası değişmedi; eğer tecavüz eden örneğin polis ise hâlâ mahkeme başkanı o polisi koruyacak şekilde, gözümüzün içine baka baka zabıtlara polis yararına olacak ifadeleri geçirmeye kalkıyor. Kadını insan olarak kabul etmek ve ona karşı işlenmiş suçun gerçekten suç olduğunu kabul etmek bir mentalite değişikliğini gerektiriyor. Türkiye'de bana göre en vahim kararlardan biri şudur: Yargıtay Ceza Genel Kurulu, ceza hukukunu en iyi bilen yargıçlardan 12'si öz kızına tecavüz eden bir babanın davasında "kızın rızası"ndan bahsetti ve baba l oy farkla gereken cezayı aldı. Türkiye'de 25 yaşında bir kadın sevdiği adama kaçtığında jandarma yakalıyor ve getirip kızı ailesine mal teslim eder gibi teslim ediyor. Bu kadın reşit, temyiz kudreti var, kanunun aradığı bütün şartlar var. Ertesi gün kadın ağabeyleri tarafından traktör altına atıldı ve kafasından çıkan sesleri etraftaki herkes duydu. Adına "namus cinayeti" dediler. Böyle bir ülkede 13 yaşındaki bir kız çocuğunun, kendisine tecavüze kalkan babasına karşı serbest iradesi olduğunu iddia etmek nasıl bir yargıçlıktır, nasıl bir hukuk anlayışıdır?
Niye efendim kız daha önce bunu söylememiş: Nasıl söylesin? Olayın önemli detaylarını, psikolojik baskıyı, baba tarafından yapılan tehditleri, sindirmeleri bir tarafa bırakıp hâlâ kızına tecavüz eden adamı korumaya çalışan 12 tane yargıç var, hiç utanmıyorlar, yüzleri kızarmıyor. Yargıçların kafası böyle çalıştığı için bu olaylardan sonra benzer bir olayda yine kız çocuğun rızasından bahsedildi.
Türkiye hâlâ bir kadınlar cehennemi nasıl engellenecek bu dayak, cinayet ve tecavüzler?
Hülya Gülbahar: Burada bir konsensüs var, suçlu erkek devleti arkasında hissediyor. Bu önlenmediği sürece durdurulamaz.
İzmir'deki B.S'ye evde otururken tecavüz edildi. Hâlâ işvereni "Kickboks biliyordu, neden kendini korumadı" diyor. Sanki kız tecavüzü istemiş gibi bir hava yaratıyor?
Canan Arın: Hemen bir soru sorayım; bir SAS komandosu Beyoğlu'nda tinerci bir çocuk tarafından öldürüldü, neden kendini korumadı? Ne bilirse bilsin, o saldın, o travma sırasında kendini koruyabilmek çok zordur.
21 Nisan 2008
Evlilik İçi Tecavüz Suçu
Yapılan araştırmalara göre en genel ve geniş cinsel saldırılar karı-koca arasında gerçeleşmektedir. Türk Ceza Yasasında yapılan son değişikliğe kadar, kocanın bu ilişkinin faili olamayacağı ve aile ilişkilerine müdehalenin doğru olmadığı düşüncesi hakimdi. Buna dayanak gösterilen gerekçe ise, gayri meşru bir durumun oluşmamış olmasıdır. Çünkü, genellikle kabul edildiğine göre, evlilik kocaya karısının vücudu üzerinde tasarruf etme yetkisini verir.
Bu dönemde, Yargıtay, evlilik içi ırza geçmeyi kabul etmemiş, rıza dışı ters ilişkiyi ise, rahim ve şefkatle bağdaşmayacak bir biçimde fena muamele suçu (eski TCK m.478/1-3) kapsamında değerlendirmiştir. Kaldı ki, Yasamızda, evlilik ile tecavüz suçunu kaldıran bir madde (eski TCK m.434) bulunmaktaydı.
Aynı durum, batı dünyasında da vardır. Finlandiya dışındaki ülkelerde, evlilik içi tecavüz suç sayılmamaktadır. Bazı ülke yasalarında, ayrı yada birlikte yaşama durumuna göre ayrıma gidilmiştir. Yavaş yavaş bazı ülkelerde, "evlilik dışı" ibareleri kanun metinlerinden çıkartılmaya başlanmıştır. (Federal Almanya, Belçika, Kanada, ABD'nin bazı eyaletleri gibi.)
Yeni düzenleme ile Türk Ceza Kanunu evlilik içi tecavüzü, şikayete bağlı olmak üzere kabul etmiştir. İspat hususunda pek çok zorluğa sebep olacak bu suçta, tecavüze uğrayan eş, çoğunlukla şikayette bulunmamaktadır.
Kaldı ki, toplum yapısı ve oturmuş yargılar da, mağdurun cesaretini kırmak için yeterli olmaktadır.
İlgili Haberler:
İlk Defa: Evlilik İçi Tecavüze Mahkumiyet
Yargıtay'a göre 'tahrik' TCK'ya göre 'tecavüz'
Eşine Tecavüz Edene Tutuklama
Kendi Karısına Tecavüz Etti
Nikahlı tecavüze ilk mahkumiyet kararı tamam
Bu dönemde, Yargıtay, evlilik içi ırza geçmeyi kabul etmemiş, rıza dışı ters ilişkiyi ise, rahim ve şefkatle bağdaşmayacak bir biçimde fena muamele suçu (eski TCK m.478/1-3) kapsamında değerlendirmiştir. Kaldı ki, Yasamızda, evlilik ile tecavüz suçunu kaldıran bir madde (eski TCK m.434) bulunmaktaydı.
Aynı durum, batı dünyasında da vardır. Finlandiya dışındaki ülkelerde, evlilik içi tecavüz suç sayılmamaktadır. Bazı ülke yasalarında, ayrı yada birlikte yaşama durumuna göre ayrıma gidilmiştir. Yavaş yavaş bazı ülkelerde, "evlilik dışı" ibareleri kanun metinlerinden çıkartılmaya başlanmıştır. (Federal Almanya, Belçika, Kanada, ABD'nin bazı eyaletleri gibi.)
Yeni düzenleme ile Türk Ceza Kanunu evlilik içi tecavüzü, şikayete bağlı olmak üzere kabul etmiştir. İspat hususunda pek çok zorluğa sebep olacak bu suçta, tecavüze uğrayan eş, çoğunlukla şikayette bulunmamaktadır.
Kaldı ki, toplum yapısı ve oturmuş yargılar da, mağdurun cesaretini kırmak için yeterli olmaktadır.
İlgili Haberler:
İlk Defa: Evlilik İçi Tecavüze Mahkumiyet
Yargıtay'a göre 'tahrik' TCK'ya göre 'tecavüz'
Eşine Tecavüz Edene Tutuklama
Kendi Karısına Tecavüz Etti
Nikahlı tecavüze ilk mahkumiyet kararı tamam
Yetiştirme Yurtları ve Tecavüz
Geçen senenin haberlerinde sıkça yeraldı. Biri açığa çıktı ve Pandora'nın kutusu açıldı. Tecavüzün handikabı, mağdurun kendini susmak zorunda hissetmesidir. Mağdur, yalnız cinsel suçlarda, bir nevi suçlu gibi karşılanır, toplum dışına itilir. Genelde tecavüzcüsünden daha çok aşağılanır.
Bu durum susmak, gizlemek için büyük bir sebeptir. Saklanır. Bu saklama tecavüze yol verir, bir nevi meşru kılar onu, süreklilik kazandırır.
Geçen yaz, birbirinden destek alan çocuklar konuştular. Yurtlarda, basına yansıyandan da fazla tecavüz olayı ortaya çıktı. Soruşturmalar açıldı.
Ancak yazılmayan bazı şeyler de vardı. Bu çocuklar dışlandılar. Onları dışlayanlar, konuşmamaları için yada konuştukları için baskı altına alanlar, yurt yönetimleri oldu. Bu çocuklardan bazıları tecrit altına alında.
Şimdi nerede oldukları ve nasıl bir yaşam sürdüklerini bilmiyorum. Acaba takip eden olmuş mudur?
Unuttuklarımızdan bazıları:
Yetiştirme Yurdunda Tecavüze Soruşturma
Yetiştirme Yurdunda Tecavüz
Yine 'yurtta tecavüz' skandalı
Yurtta Kalan Kız Tecavüz Sonucu Hamile
Yurtlar Vadisi
Yetiştirme Yurdunda Kalan 2 Kıza Tecavüz İddiası
Yurtta Tecavüz
Bu durum susmak, gizlemek için büyük bir sebeptir. Saklanır. Bu saklama tecavüze yol verir, bir nevi meşru kılar onu, süreklilik kazandırır.
Geçen yaz, birbirinden destek alan çocuklar konuştular. Yurtlarda, basına yansıyandan da fazla tecavüz olayı ortaya çıktı. Soruşturmalar açıldı.
Ancak yazılmayan bazı şeyler de vardı. Bu çocuklar dışlandılar. Onları dışlayanlar, konuşmamaları için yada konuştukları için baskı altına alanlar, yurt yönetimleri oldu. Bu çocuklardan bazıları tecrit altına alında.
Şimdi nerede oldukları ve nasıl bir yaşam sürdüklerini bilmiyorum. Acaba takip eden olmuş mudur?
Unuttuklarımızdan bazıları:
Yetiştirme Yurdunda Tecavüze Soruşturma
Yetiştirme Yurdunda Tecavüz
Yine 'yurtta tecavüz' skandalı
Yurtta Kalan Kız Tecavüz Sonucu Hamile
Yurtlar Vadisi
Yetiştirme Yurdunda Kalan 2 Kıza Tecavüz İddiası
Yurtta Tecavüz
Yeni Türk Ceza Kanununu ile Tecavüz Suçuna Getirilen Değişiklikler
Tecavüz suçu eski Türk Ceza Kanununda, "Adabı Umumiye ve Nizamı Aile Aleyhinde Cürümler" başlığı altında ele alınmıştır. Neyseki bu durum yapılan düzenlemeler ile değişmiş, "Kişilere Karşı Suçlar" babında ele alımıştır. Neyse ki; artık cinsel suçlar aile ve düzene karşı değil, kişiye karşı işlenen suçlardandır.
Yeni Ceza Kanunu ırza geçme (cinsel saldırı) suçunun açık tanımını yapmış; "organ ve ya sair bir cismin sokulması" ibaresi madde metnine eklenmiş ve böylelikle; suç yalnızca cinsel organ ile işlenen bir suç olmaktan çıkartılmıştır.
Yine, yeni Ceza Kanunda yapılan düzenleme ile aile içi tecavüz (hem eşe, hem de akrabalara karşı) kabul edilmiştir.
Kadın ve kız ayrımı Yasadan çıkartıldı.
Yapılan değişiklikler arasında belki de en sevindirici olanı ise, tecavüzcünün madur ile evlenmesi durumunda ceza almaktan kurtulmasını sağlayan; kadını bir kez daha cezalandıran 434. maddenin kaldırılmasıdır.
Bu gelişmeler, geç kalınmış olsa da, güzeldir. Yasalarda yapılan değişiklikler, bir süre sonra toplumda ve genel düşünce yapısında da değişikliğe yol açacaktır. Umalım ki, kısa zamanda gerçekleşsin.
Yeni Ceza Kanunu ırza geçme (cinsel saldırı) suçunun açık tanımını yapmış; "organ ve ya sair bir cismin sokulması" ibaresi madde metnine eklenmiş ve böylelikle; suç yalnızca cinsel organ ile işlenen bir suç olmaktan çıkartılmıştır.
Yine, yeni Ceza Kanunda yapılan düzenleme ile aile içi tecavüz (hem eşe, hem de akrabalara karşı) kabul edilmiştir.
Kadın ve kız ayrımı Yasadan çıkartıldı.
Yapılan değişiklikler arasında belki de en sevindirici olanı ise, tecavüzcünün madur ile evlenmesi durumunda ceza almaktan kurtulmasını sağlayan; kadını bir kez daha cezalandıran 434. maddenin kaldırılmasıdır.
Bu gelişmeler, geç kalınmış olsa da, güzeldir. Yasalarda yapılan değişiklikler, bir süre sonra toplumda ve genel düşünce yapısında da değişikliğe yol açacaktır. Umalım ki, kısa zamanda gerçekleşsin.
Ş.E.
Yıldırım Türker'in yazısında bahsedilen, hasır altı edilmiş tecavüz olayı:
1993-94 yıllarında üç kez gözaltına alınan Ş.E.'ye tecavüz etmekten sanık 405 askerin yargılanmasına başlandı. Mahkeme, avukatlar Keskin ve Karakaş'ın Alman makamlarından aldıkları vekaletnameleri geçerli saymadı. Duruşma 5 Kasım'a ertelendi. BİA Haber Merkezi
10/10/2003
BİA (Mardin) - Mardin’in Derik ilçesinde, 1993-94 yıllarında üç kez gözaltına alınan ŞE’ye tecavüz ettikleri iddiasıyla haklarında dava açılan 64’ü rütbeli 405 askerin yargılanmasına bugün başlandı.
Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davanın ilk duruşmasına Almanya’ya iltica etmiş bulunan ŞE ve sanık askerler katılmadı.
Yetki belgeleri kabul edilmedi
ŞE’nin vekalet verdiği avukatlardan Fatma Karakaş, hava muhalefeti nedeniyle Mardin’e gidemediğinden; Eren Keskin ise Almanya’da olduğundan duruşmada hazır bulunamadı.
Mahkeme, Alman makamlarından Karakaş ve Keskin adına çıkartılmış vekaletin Türkçe’ye çevrilmesini istedi. Karakaş ve Keskin’in yetki verdiği avukatlar Gülay Koca, Ayla Akat, Meral Danış, Reyhan Yalçındağ ve Aygül Demirtaş’ın yetkisini de “vekaletlerin Türkçe’ye çevrilmeden geçerli sayılamayacağı” gerekçesiyle kabul etmedi.
Mahkeme, ŞE’nin hastane raporları ile eksik belgelerin tamamlanması için duruşmayı 5 Kasım’a erteledi.
15’er yıl hapis isteniyor
İddianamede, olay tarihinde Derik Çayönü ile Mazıdağı Gonarköy Jandarma Karakollarında görev yapan kişiler hakkında Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 416, 417 ve 243. maddeleri uyarınca 15’er yıl hapis cezası isteniyor.
Karakaş: Eksikler ileride tamamlanabilir
Gözaltında Tecavüz ve Tacize Karşı Hukuki Yardım Projesi'nin öncülerinden avukat Fatma Karakaş; davanın mahkemenin geçerli saymadığı vekaletler aracılığıyla, Keskin ve kendisinin başvurusu üzerine açıldığını hatırlattı.
Karakaş, mahkemenin yetki belgelerini kabul etmemesine anlam veremediğini, ancak eksikliklerin gelecek duruşmaya kadar tamamlanabileceğini belirtti.
Keskin: Davayı sürümcemede bırakmanın bir yolu
Avukat Eren keskin ise, vekaletlerin hukuka uygun olduğunu vurguladı; erteleme kararını “davayı sürüncemede bırakmanın bir yolu” olarak nitelendirdi.
“Vekaletler geçersiz olsaydı, suç duyurumuz kabul edilmezdi, soruşturma başlamazdı” diyen Keskin, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Mahkemenin bu girişimi sonuçsuz kalacak. Çünkü, bugünkü gelişmelerin hukuken hiçbir anlamı yok. Dosyanın eksiklerini önümüzdeki duruşmaya kadar tamamlayacağız” dedi.
Davanın geçmişi
1993 ve 1994 yıllarında üç kez gayri resmi olarak gözaltına alındığını ve her defasında işkence ve tecavüze maruz kaldığını iddia eden Ş.E. ile ilgili dava, başvurudan beş yıl sonra açılabildi.
1972 doğumlu Ş.E. yaşadıklarını ilk kez 1998'de, tehditler yüzünden kaçmak zorunda kaldığı Almanya'da, “Kadına Yönelik, Devlet Kaynaklı Cinsel Şiddet” konulu bir panelde dile getirdi.
Ş.E., panelin konuşmacısı, “Gözaltında Tecavüze Hukuki Destek Projesi” avukatı Eren Keskin’e yaşadıklarını anlattı ve vekalet verdi.
Keskin, 14 Ekim 1998'de, Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı'na tecavüz ve işkence iddiasıyla suç duyurusunda bulundu. Dilekçede, "Her gözaltısında da işkence gören müvekkilimiz, ağır işkencelerden geçirilmiş, ilkinde sopa ve elle, daha sonra da vajinal yoldan olmak üzere defalarca tecavüze uğramıştır. Müvekkilimiz, her gözaltından sonra savcılığa çıkarılmadan serbest bırakılmış ve ölümle tehdit edilmiştir" denildi.
Suç duyurusu reddedilince avukatlar Eren Keskin ve Fatma Karakaş, bir üst mahkeme olan Mazıdağı Ağır Ceza Mahkemesi'ne başvurarak takipsizlik kararına itiraz etti.
Tedaviye ilişkin raporlar
Avukatlar itiraz dilekçesine, Ş.E.'nin Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) İzmir Temsilciliği Tedavi Merkezi ile Uluslararası Berlin İşkence Rehabilitasyon Merkezi'nde gördüğü tedaviye ilişkin raporları da ekledi.
Söz konusu kurumların hazırladığı ve Ş.E.'nin işkence ve tecavüz öyküsüyle uyumlu travmalar yaşadığı belirtilen raporları dikkate alan Mazıdağı Ağır Ceza Mahkemesi de, 10 Şubat 1999'da itirazı kabul edip dava açılmasına karar verdi.
Bunun üzerine Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı'nca başlatılan soruşturma sonunda, 405 asker hakkında TCK'nın tecavüz ve işkence suçlarını düzenleyen 416. ve 243. maddeleri uyarınca dava açıldı.
Savcı Yeşim Doğan Kar’ın hazırladığı iddianamede, Ş.E.'nin ilk olarak Kasım 1993'te Çayköyü'nde gözaltına alındığı belirtilerek, "Gözaltı esnasında Ş.E. çırılçıplak soyulmuş, falakaya yatırılmış, elektrik şokuna maruz bırakılmış, bir araba tekerleğinin içine geçirilerek yuvarlanmış, ölümle tehdit edilmiş, yedi günlük gözaltı boyunca gözleri bağlı iken göremediği kişilerce sopa ve elle olmak üzere iki kez tecavüze uğramış ve savcılığa çıkarılmadan serbest bırakılmıştır" denildi.
Devamında diğer gözaltılardan bahsedilen iddianame şöyle devam etti:
"İkinci kez 1994 Mart ayında gözaltına alınan ve iki hafta tutulan Ş.E., yoğun işkencelere maruz bırakılmış, yine gözleri bağlı iken çırılçıplak soyulmuş ve güvenlik kuvvetlerince vajinal yoldan tecavüze uğramış, bu nedenle kanama geçirdiği için hastaneye kaldırılmıştır. Ş.E., 1994 Eylülü'nde de Konur Köyü yakınındaki tarlada çalışırken, operasyon yapan askeri birliklerce gözaltına alınmış, dövülüp işkence görmüş ve götürüldüğü boş bir evde önce bir subay, ardından da iki ya da üç er tarafından tecavüz edildiğini anlatmıştır."
Tanık: Duymuştum
İddianamede, Derik İlçe Jandarma Karakolu ile Mardin İl Jandarma Alay Komutanlığı'nın söz konusu tarihlerde Ş.E. isimli bir kişinin kaydı olmadığına dair yazı gönderdiği ve Mardin'deki sağlık kurumlarında da kişinin kaydına rastlanılmadığı belirtildi.
İfadesi alınan üç sanıktan biri olan Murat Karataş'ın, kendisinden önceki devrelerinden olayı duyduğunu söylediği belirtilen iddianamede, Mehmet Yurdakul'un da Ş.E.'nin yakalanması operasyonuna katıldığını, ancak sorgusunda bulunmadığını anlattığı yazıldıktan sonra, 405 sanığın her birinin eylemlerine uyan suç maddelerinden cezalandırılması istendi.
Mardin Ağır Ceza Mahkemesi, davanın açılmasından bir süre sonra, sanıkların güvenliğini gerekçe göstererek, dosyalardan birini Çorum/Sungurlu Ağır Ceza mahkemesine, birini de Çorum Ağır Ceza mahkemesine göndermiştir.
Sözkonusu dosya açısından en önemli konu ise, Yüzbaşı Musa Çitil’in benzer suçlamayla açılmış Şükran Aydın davasında da sanık olarak bulunmasıdır. ( Şükran Aydın davasında Türkiye Cumhuriyeti devleti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde (AİHM) mahkûm edilmiştir. )
Tüm doktor raporları ve Musa Çitil’in bir başka dosyada da aynı nedenle sanık olduğu bilgileri mahkemeye sunulduğu halde, Mahkeme bu delilleri değerlendirmemiş ve sanıklar hakkında beraat kararı vermiştir.
Ş.E.'ye tecavüz ettikleri iddiasıyla yargılanan 341'i er 64'ü rütbeli toplam 405 asker, tüm belgelere rağmen delil yetersizliğinden beraat ettirildi. 2003'te Mardin Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan dava, 23 Şubat 2005'de güvenlik gerekçesiyle Çorum'a alındı. Dava daha sonra 'ırza geçme' ve 'kötü muamele' olarak iki dosyaya ayrıldı. Sungurlu Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 'ırza geçme' davasından beraat çıktı.
1993-94 yıllarında üç kez gözaltına alınan Ş.E.'ye tecavüz etmekten sanık 405 askerin yargılanmasına başlandı. Mahkeme, avukatlar Keskin ve Karakaş'ın Alman makamlarından aldıkları vekaletnameleri geçerli saymadı. Duruşma 5 Kasım'a ertelendi. BİA Haber Merkezi
10/10/2003
BİA (Mardin) - Mardin’in Derik ilçesinde, 1993-94 yıllarında üç kez gözaltına alınan ŞE’ye tecavüz ettikleri iddiasıyla haklarında dava açılan 64’ü rütbeli 405 askerin yargılanmasına bugün başlandı.
Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davanın ilk duruşmasına Almanya’ya iltica etmiş bulunan ŞE ve sanık askerler katılmadı.
Yetki belgeleri kabul edilmedi
ŞE’nin vekalet verdiği avukatlardan Fatma Karakaş, hava muhalefeti nedeniyle Mardin’e gidemediğinden; Eren Keskin ise Almanya’da olduğundan duruşmada hazır bulunamadı.
Mahkeme, Alman makamlarından Karakaş ve Keskin adına çıkartılmış vekaletin Türkçe’ye çevrilmesini istedi. Karakaş ve Keskin’in yetki verdiği avukatlar Gülay Koca, Ayla Akat, Meral Danış, Reyhan Yalçındağ ve Aygül Demirtaş’ın yetkisini de “vekaletlerin Türkçe’ye çevrilmeden geçerli sayılamayacağı” gerekçesiyle kabul etmedi.
Mahkeme, ŞE’nin hastane raporları ile eksik belgelerin tamamlanması için duruşmayı 5 Kasım’a erteledi.
15’er yıl hapis isteniyor
İddianamede, olay tarihinde Derik Çayönü ile Mazıdağı Gonarköy Jandarma Karakollarında görev yapan kişiler hakkında Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 416, 417 ve 243. maddeleri uyarınca 15’er yıl hapis cezası isteniyor.
Karakaş: Eksikler ileride tamamlanabilir
Gözaltında Tecavüz ve Tacize Karşı Hukuki Yardım Projesi'nin öncülerinden avukat Fatma Karakaş; davanın mahkemenin geçerli saymadığı vekaletler aracılığıyla, Keskin ve kendisinin başvurusu üzerine açıldığını hatırlattı.
Karakaş, mahkemenin yetki belgelerini kabul etmemesine anlam veremediğini, ancak eksikliklerin gelecek duruşmaya kadar tamamlanabileceğini belirtti.
Keskin: Davayı sürümcemede bırakmanın bir yolu
Avukat Eren keskin ise, vekaletlerin hukuka uygun olduğunu vurguladı; erteleme kararını “davayı sürüncemede bırakmanın bir yolu” olarak nitelendirdi.
“Vekaletler geçersiz olsaydı, suç duyurumuz kabul edilmezdi, soruşturma başlamazdı” diyen Keskin, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Mahkemenin bu girişimi sonuçsuz kalacak. Çünkü, bugünkü gelişmelerin hukuken hiçbir anlamı yok. Dosyanın eksiklerini önümüzdeki duruşmaya kadar tamamlayacağız” dedi.
Davanın geçmişi
1993 ve 1994 yıllarında üç kez gayri resmi olarak gözaltına alındığını ve her defasında işkence ve tecavüze maruz kaldığını iddia eden Ş.E. ile ilgili dava, başvurudan beş yıl sonra açılabildi.
1972 doğumlu Ş.E. yaşadıklarını ilk kez 1998'de, tehditler yüzünden kaçmak zorunda kaldığı Almanya'da, “Kadına Yönelik, Devlet Kaynaklı Cinsel Şiddet” konulu bir panelde dile getirdi.
Ş.E., panelin konuşmacısı, “Gözaltında Tecavüze Hukuki Destek Projesi” avukatı Eren Keskin’e yaşadıklarını anlattı ve vekalet verdi.
Keskin, 14 Ekim 1998'de, Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı'na tecavüz ve işkence iddiasıyla suç duyurusunda bulundu. Dilekçede, "Her gözaltısında da işkence gören müvekkilimiz, ağır işkencelerden geçirilmiş, ilkinde sopa ve elle, daha sonra da vajinal yoldan olmak üzere defalarca tecavüze uğramıştır. Müvekkilimiz, her gözaltından sonra savcılığa çıkarılmadan serbest bırakılmış ve ölümle tehdit edilmiştir" denildi.
Suç duyurusu reddedilince avukatlar Eren Keskin ve Fatma Karakaş, bir üst mahkeme olan Mazıdağı Ağır Ceza Mahkemesi'ne başvurarak takipsizlik kararına itiraz etti.
Tedaviye ilişkin raporlar
Avukatlar itiraz dilekçesine, Ş.E.'nin Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) İzmir Temsilciliği Tedavi Merkezi ile Uluslararası Berlin İşkence Rehabilitasyon Merkezi'nde gördüğü tedaviye ilişkin raporları da ekledi.
Söz konusu kurumların hazırladığı ve Ş.E.'nin işkence ve tecavüz öyküsüyle uyumlu travmalar yaşadığı belirtilen raporları dikkate alan Mazıdağı Ağır Ceza Mahkemesi de, 10 Şubat 1999'da itirazı kabul edip dava açılmasına karar verdi.
Bunun üzerine Mardin Cumhuriyet Başsavcılığı'nca başlatılan soruşturma sonunda, 405 asker hakkında TCK'nın tecavüz ve işkence suçlarını düzenleyen 416. ve 243. maddeleri uyarınca dava açıldı.
Savcı Yeşim Doğan Kar’ın hazırladığı iddianamede, Ş.E.'nin ilk olarak Kasım 1993'te Çayköyü'nde gözaltına alındığı belirtilerek, "Gözaltı esnasında Ş.E. çırılçıplak soyulmuş, falakaya yatırılmış, elektrik şokuna maruz bırakılmış, bir araba tekerleğinin içine geçirilerek yuvarlanmış, ölümle tehdit edilmiş, yedi günlük gözaltı boyunca gözleri bağlı iken göremediği kişilerce sopa ve elle olmak üzere iki kez tecavüze uğramış ve savcılığa çıkarılmadan serbest bırakılmıştır" denildi.
Devamında diğer gözaltılardan bahsedilen iddianame şöyle devam etti:
"İkinci kez 1994 Mart ayında gözaltına alınan ve iki hafta tutulan Ş.E., yoğun işkencelere maruz bırakılmış, yine gözleri bağlı iken çırılçıplak soyulmuş ve güvenlik kuvvetlerince vajinal yoldan tecavüze uğramış, bu nedenle kanama geçirdiği için hastaneye kaldırılmıştır. Ş.E., 1994 Eylülü'nde de Konur Köyü yakınındaki tarlada çalışırken, operasyon yapan askeri birliklerce gözaltına alınmış, dövülüp işkence görmüş ve götürüldüğü boş bir evde önce bir subay, ardından da iki ya da üç er tarafından tecavüz edildiğini anlatmıştır."
Tanık: Duymuştum
İddianamede, Derik İlçe Jandarma Karakolu ile Mardin İl Jandarma Alay Komutanlığı'nın söz konusu tarihlerde Ş.E. isimli bir kişinin kaydı olmadığına dair yazı gönderdiği ve Mardin'deki sağlık kurumlarında da kişinin kaydına rastlanılmadığı belirtildi.
İfadesi alınan üç sanıktan biri olan Murat Karataş'ın, kendisinden önceki devrelerinden olayı duyduğunu söylediği belirtilen iddianamede, Mehmet Yurdakul'un da Ş.E.'nin yakalanması operasyonuna katıldığını, ancak sorgusunda bulunmadığını anlattığı yazıldıktan sonra, 405 sanığın her birinin eylemlerine uyan suç maddelerinden cezalandırılması istendi.
Mardin Ağır Ceza Mahkemesi, davanın açılmasından bir süre sonra, sanıkların güvenliğini gerekçe göstererek, dosyalardan birini Çorum/Sungurlu Ağır Ceza mahkemesine, birini de Çorum Ağır Ceza mahkemesine göndermiştir.
Sözkonusu dosya açısından en önemli konu ise, Yüzbaşı Musa Çitil’in benzer suçlamayla açılmış Şükran Aydın davasında da sanık olarak bulunmasıdır. ( Şükran Aydın davasında Türkiye Cumhuriyeti devleti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde (AİHM) mahkûm edilmiştir. )
Tüm doktor raporları ve Musa Çitil’in bir başka dosyada da aynı nedenle sanık olduğu bilgileri mahkemeye sunulduğu halde, Mahkeme bu delilleri değerlendirmemiş ve sanıklar hakkında beraat kararı vermiştir.
Ş.E.'ye tecavüz ettikleri iddiasıyla yargılanan 341'i er 64'ü rütbeli toplam 405 asker, tüm belgelere rağmen delil yetersizliğinden beraat ettirildi. 2003'te Mardin Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan dava, 23 Şubat 2005'de güvenlik gerekçesiyle Çorum'a alındı. Dava daha sonra 'ırza geçme' ve 'kötü muamele' olarak iki dosyaya ayrıldı. Sungurlu Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 'ırza geçme' davasından beraat çıktı.
Bir Makale
Tecavüze devam
Yıldırım Türker
21/04/2008
Ölümüyle, hunharca katledilme-siyle tarihe bir dönüm noktası olan insanlar vardır.
Hrant'ın ölümü sayesinde dile getirilemeyenlerin, hayatın her alanının her rütbesinden gönüllünün katıldığı cinayet örgütlenmelerinin ortaya çıkarılması konusunda iyi kötü bir adım attık. Devamının gelmesi için; canımıza tehdit, dilimize kilit olan kutsalların bir bir sorgulanabilmesi için artık iş bize düşüyor.
Aynen İtalyan sanatçısı Pippa Bacca'nın ölümü gibi. Onun barış performansını kanlı bir müdahaleyle korkunç bir sona yazan vatandaşımızın ardındaki karanlığı kurcalamak da şimdiki görevimiz.
Pippa, performansına hepimizi katıyor işte.
Gazetemizdeki muhteşem Kaan Sezyum'un son yazısının başlığı, 'Her Türk Münferit Doğar' idi. Bacca'nın tecavüzcü katili de gayretkeş Türklük muhtarları tarafından münferit, dünyanın her ülkesinden çıkabilecek bir sapık olarak yansıtıldı.
Oysa öyle olmadığını biliyoruz. Değil mi?
Yakın zaman önce Batman'a gittim. Hizbullah'ın, savaşın, intihar eden kadınların Batman'ı. Bir zulüm laboratuarı olarak gözlerimizden ırakta, yolunu bilsek de bir türlü ulaşamadığımız Batman. Orada yine dudak uçuklatan öyküler dinledim.
Batman Barosu'nun Batman'ın 'kenar mahalleleri'nde başlatmış olduğu bir çalışmadan izlenimler. Liselerde 'Aile içi şiddet' konusunda bir bilinçlendirme çalışmasına katılan genç avukatlar çaresiz bir şaşkınlık içinde anlatıyorlardı. Aile içi cinsel tacizin ne kadar yaygın olduğunu. Amcaların, dayıların, erkek kardeşlerin, küçük kız çocuklarına tecavüzünün yaygınlığını. Sokaklarda rahat yürüyebilmesi bile mümkün olmayan kızların ev içinde nasıl birer cinsel nesne olarak kullanıldığını. Kimileyin analarının da birer suç ortağı olarak onları nasıl suskunluğa teşvik ettiğini.
Ama karanlık çöktüğünde hiçbirimiz bu konulardan konuşmak istemiyorduk. Bazen birinin gözleri dalıyor, Batman'daki intiharların neden bir türlü durdurulamadığını soruyordu. Artık delikanlı oğlanlar da birer ikişer atıyorlar kendilerini Hasankeyf kalesinden. Kızlar neyse de oğlanlara ne oluyor, diye soruyordu genç bir avukat.
Çünkü görsek de, bire bir tanık olsak da kabul etmek istemediğimiz, bir an evvel unutmaya, kendimizi şaşkınlığın ve masumiyetin şefkatli kollarına bırakmaya alıştığımız bir konu, tecavüz. Ve ensest.
Pekiyi bu konu Batman'a özel, o şehrin havasından suyundan kaynaklanan bir durum mu?
Daha dün İstanbul'da karın ağrısı şikâyetinden doktora götürülüp 8,5 aylık hamile olduğu anlaşılan 12 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz edenin dayısı olduğu haberi vardı Radikal'de.
Yine iki gün önce birkaç doktorun Düzce Tıp Fakültesi Ana Bilim Dalı'na cinsel saldırı iddiasıyla başvuran bir grupla yaptığı araştırmanın sonuçları yayınlanmıştı.
Sonuçlara göre cinsel saldırganların yüzde 43.4'ü tanıdık. Yüzde 13.2'si eski sevgili, yüzde 11.3'ü koca, yüzde 7.5'i biyolojik baba, yüzde 7.5'i de yakın erkek akraba.
Mağdurların yüzde 18.9'u 11 yaşın altında. Yüzde 69.8'iyse 18 yaşın altında.
Tecavüz, gerek kanıtlanması güç olduğundan, gerekse kurbanların başlarına geleni anlatamamasından, herkesin bilip kimsenin engelleyemediği bir gerçeklik olarak suratımıza sırıtıyor.
Bu memlekette çocuk sevgisinin ne anlama geldiği üstüne iyice bir düşünmeliyiz.
Tecavüzcü sürüsü
2003 yılında yazdığım bir yazıdan dolayı başıma gelmedik kalmamıştı.
Görmezden gelmeyi sürdürdüğümüz takdirde toplum olarak bir tecavüzcü sürüsüne dönüşeceğimizi vurgulayan bir başlıktı kullandığım. Oysa basınımızın kimi militarizm bekçisi ve Genelkurmay benim bu başlığı ordu için kullandığım konusunda hemfikirdi. Yurdun dört bir yanında kutsal sacayağından töre, kız çocuklarını, kadınları intiharla ya da infazla sustururken diğeri, yani militarizm bu konuda devreye giriveriyordu.
Jandarma Genel komutanlığı, Ş.E.'ye tecavüz ettiği gerekçesiyle 405 (dört yüz beş) personeli hakkında açılan davaya ilişkin sadece birkaç gazetede çıkan haberlerden duyduğu rahatsızlığı dile getirmişti: "... abartılı olarak yansıtılan iddianın...basın organlarında yorum ve değerlendirmelere tabi tutulması ve 'Ş.E.'nin onur mücadelesi', 'Tecavüz skandalı büyüyor', 'Ş.E.'nin annesi de tecavüze uğramış'...gibi başlık ve sloganlarla çarpıtılarak sunulmasının bölücü örgüt ve işbirlikçilerinin propaganda amaçlı gayelerinin bir parçası olabileceği değerlendirilmektedir."
Dolayısıyla bu konuda susmamız, Ş.E.'yi, anasını ve benzeri sayısız kadını bir kez daha yapayalnız bırakmamız gerekiyordu. PKK yanlısı sanılmamak, hatta ilan edilmemek için.
İsteyen o tarihte çok kısa süre gündemde kalabilen bu korkunç tecavüz iddiasıyla ilgili yazılanları, Ş.E.'nin anlattıklarını okuyabilir.
Almanya'da yaptığı bir konuşmada aynı konudan söz açan Eren Keskin'in çilesi de, belki takip ediyorsunuzdur, hâlâ sürmekte.
'Türk askeri böyle şey yapmaz' diye haykıranlar, bu yıl Newroz kutlamalarına izin verileceğini açıklayan Bakanlık'a rağmen asker tarafından işbaşına sürülen polislerin Yüksekova'da panzerlerinden megafonla yaptığı, 'Jandarmalar geliyor. Bacılarınızı yollayın' anonslarında da bir haber değeri görmedi elbet. Acaba o anonslar ne anlama geliyordu?
Şimdi, ele güne rezil olma paniğiyle Pippa'nın tecavüze uğrayıp katledilmesinden Türk'ün onurlu utanç gösterisi çıkarmaya çalışanlar, bu toprakların ve kültürün münferit sapıklarından hayıflananlar, açıkça sahtekârlık ediyor.
Dava konusu olan o beş yıl evvelki yazımda bütün topluma öfkeyle seslenmiştim. Ne idüğü belirsiz Basın Konseyi'nden, davam sürmekte olduğu halde ihbar niteliğinde bir 'kınama cezası' alan o yazımın sonunu bir kez daha okuyalım istiyorum:
Bu topraklarda her nesilden kaç milyon kadının tecavüze uğrayıp hayatta kalmak adına yaşadıklarını sineye çekerek bir başına yaralarını sarmaya çalıştığını hiç düşündünüz mü? Gecenin bir vakti kan ter içinde uyanıp kâbuslarını yapayalnız yaşamak zorunda olan; çocuklarını, yakınlarını, en önemlisi hayatlarını korumak için uğramış oldukları bu en vahşi saldırıyı unutmaya çalışan ne kadar kadın var yanımızda yöremizde. Solcu diye, Kürt diye, yoksul diye, fahişe diye, kocasının karısı diye, onun yeğeni bunun baldızı diye ve daha bütün insanlık hallerini sıralasak onlar diye, her şeyden geçtim kadın diye, 'kirletilmek' fiiliyle peçelenmiş diye her gün kaç kadın tecavüze uğruyor diye düşünmüşlüğünüz var mı? Mutlaka vardır. Çünkü sokaklarda, eviçlerinde, hayatın her köşesinde kadın cinselliğini küfre emanet etmiş dolanıp duruyorsunuz. Ancak birbirinizin anasını avradını bacısını sıradan geçirdiğinizde rahatlayabiliyorsunuz.
Birbirlerine yılışarak el veren saygıdeğer aile babaları tarafından iştahla ırzına geçilmiş kız çocuklarının gönüllü olup olmadığını tartışmayı biliyorsunuz çünkü. Sizden değil diye, HADEP'li diye, Dev-Solcu diye, fahişe diye, gülüp geçmeseniz bile içinizden sinsi bir 'Oh olmuş orospuya' geçiyor çünkü. Tecavüzcü Coşkun'u gıptayla kudurmuş bir tezahüratla karşılayan sizsiniz çünkü.
Çünkü Türk askeri yapmaz. Çünkü hepsi söylenti. Çünkü her şey bölücülerin ekmeğine yağ sürüyor. Çünkü kadındır, hak etmiştir.
Kadınlardan nefret eden bu toplum tecavüzcülere çanak tutuyor. İkiyüzlülükle, korkaklıkla, alçakça susup görmezden gelerek. Kimileyin açıkça onaylayarak.
Pekiyi neden her erkeğin anasına bacısına karısına küfredildiğinde bir cinayet makinesine döndüğünü, hele içkiliyse sel salya sümük bağrını yumruklayıp ölüme koşar gibi yaptığını hâlâ anlayamadınız mı? Bu namus müsameresinde kadınına toz kondurmayan horoz kılığına bürünmek saklanmanın en mubah yolu da ondan.
İlk Yazı
Pippa Bacca'nın başına gelenler ve bugün okuduğum bir yazı, tecavüz ve toplum olarak tecavüze bakış açımız hakkında düşünmeme sebep oldu. Erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz. Yasalar, yasaların uygulanış şekli, medyanın olaylara bakış açısı... herşey o kadar testesteron kokuyor ki. Her türlü haberi sayfalarca veren gazetelerin, tecavüz haberlerini, sıradan haberlermiş gibi üçüncü sayfadan verdiklerinin farkında mısınız?
Pippa Bacca'ya çok üzüldük. Ama bir yandan da söylendik. O kıyafetle otobanda otostop mu çekilir diye. Suçladık için için onu, neredeyse "kendi kaşınmış" dedik. Üstelik bunu en çok da biz kadınlar sözledik. Öyle sanıyorum ki, Pippa Bacca Türk olsaydı, bu olay da gazetelerin üçüncü sayfasından öteye geçemeyecekti.
Bundan önce de benzeri bir olay yaşanmıştı. Bisikletle dünya turuna çıkmış Kanadalı bir kadın, Kapıkule'yi birkaç kilometre geçtikten sonra bir çobanın tecavüzüne uğramıştı. Artık kimsenin hatırlamadığı olaylardan biri daha.
Bu blogu açarken düşüncem, bu ve benzeri olayların ciddiye alınması ve unutulmamasıydı. Küçük bir çaba, ama en azından benim unutmamamı sağlayacak.
Pippa Bacca'ya çok üzüldük. Ama bir yandan da söylendik. O kıyafetle otobanda otostop mu çekilir diye. Suçladık için için onu, neredeyse "kendi kaşınmış" dedik. Üstelik bunu en çok da biz kadınlar sözledik. Öyle sanıyorum ki, Pippa Bacca Türk olsaydı, bu olay da gazetelerin üçüncü sayfasından öteye geçemeyecekti.
Bundan önce de benzeri bir olay yaşanmıştı. Bisikletle dünya turuna çıkmış Kanadalı bir kadın, Kapıkule'yi birkaç kilometre geçtikten sonra bir çobanın tecavüzüne uğramıştı. Artık kimsenin hatırlamadığı olaylardan biri daha.
Bu blogu açarken düşüncem, bu ve benzeri olayların ciddiye alınması ve unutulmamasıydı. Küçük bir çaba, ama en azından benim unutmamamı sağlayacak.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)